anne yüreği

Pamuklara sarıp sarmaladığınız, uykusuz gecelerle canınızı dişinize katarak büyütmeye çalıştığınız, yaşamınızın ve çalışmanızın anlamı, gözyaşına dahi dayanamadığınız çocuğunuz birgün yoğun bakımda yatar ve sizi tanımazsa işte o an bir annenin bittiği andır. Onun için nefes almak zulümdür artık. Kalbi paramparça, bedeni duyarsızdır. Sadece ruhu vardır ve o da acılar içinde kıvranmaktadır. Bu yaşanan acının tarifi imkansızdır. Sadece yaşayanlar anlayabilir.
Bazı hikayeler vardır, yaşamın taaa içinden. Ama size çok uzak bir hikaye gibi gelir. Sanırsınız ki bunlar sadece hikayelerde ya da filmlerde olur. Ama öyle olmadığını, birgün bir hikayenin içinde ve başkahramanı siz olduğunuzda farkedersiniz. İstemeden, aniden, anlayamadan içinde buluverirsiniz kendinizi. İnanılmaz gelse de oradasınızdır, rüya değil gerçektir ve canınız o kadar çok acımaktadır ki. Çaresizlikten kıvranmaktasınız aynen filmlerde gördüğünüz gibidir her şey. Yoğun bakım kapısında, doktorlardan gelecek iyi bir haber duymak umuduyla, çaresiz….
Sanırım hayat çoğu kişiyi teğet geçmiyor. En azından beni geçmedi. Belki çok şanslıysanız yaşamınızın sonuna kadar sakin ve huzurlu olursunuz. “insan planlar yaparken kader gülermiş” diye bir söz duymuş ve etkilenmiştim. Gerçekten bazı şeyler o kadar senden bağımsız gelişiyor ki, her şey yolundayken bir anda tepetaklak oluveriyor. Ve hepsi de üst üste geliyor. Sen ne yaparsan yap çaresizsin.Hastalıklarda aynen böyle. Hele küçük bir çocuğun hastalığı çaresizliklerin en büyüğü. Hele de bu senin çocuğunsa anlatması imkansız bir bekleyiş….
Ona ne olduğu ve ne olacağı sorularıyla beklerken yaşamın ne kadar soğuk, acımasız bir tarafı olduğunu da gördüm. Yaşam bana çok uzak, hikayeler çok yakın ve tanıdık geldi. Annelik öyle bir duygu ki mantık yok, akıl yok. Sadece his var. Elinden bir şey gelmemesi, öylece beklemek, sadece dua edebilmek. Çaresizlik bir annenin en büyük acısı.
Yaşam sınavını insan 30’lu yaşlardan sonra kavramaya başlıyor. Tecrübe boşuna bir rütbe olmamış. Acılar, yaşananlar insana olgunluk kazandırıyor. Sevdiklerine başka gözlerle bakmayı öğreniyorsun. Hayat lay lay lom değil öğreniyorsun. Plan yapmamayı öğreniyorsun. Hayatın getireceği şeylere hazır olmaya çalışsan da dua ediyorsun “dayanabileceğim kadar ver” diye. Biliyorum başımıza gelenler bir sınav bir ders. Hayata, çocuklarıma daha fazla sarılmak ve mutlu olmak için. Ama bu aralar oğlum mutlu değilken, yüzü gülmüyorken bu ders bana biraz ağır geliyor.
Allahım hastalıkları da yaşamımızın kıymetini bilelim diye vermiş. Ama annelik duygusunu neden vermiş bilemiyorum. Öyle bir duygu ki kendiniz için çektiğiniz her şeyden daha fazla. Verdiği mutluluk, en ufak hastalık, acı, zorluklar karşısında çektiğim üzüntü ve acının yanında hafif kalıyor. Sanki siz onunla var olmuş, onunla yaşıyorsunuz. Ve birden bire o çok hasta oluyor. Oksijen verirlerken, kollarını bacaklarını damar yolu için açmaya çalışırken çocuğunuzun acısını, çığlıklarını yüreğinizin en alt katmanında hissediyorsunuz. O daha 5 yaşında, yapmayın diyemiyorsunuz….. Onun bir acısı benim bin acım oluyor… Onun masum, temiz, narin bedenini ve ruhunu acıtmayın diyemiyorum…o bugüne kadar böylesi hastalık görmedi, böylesi canı acımadı, böylesi psikolojisi bozuldu diyemiyorum ve kahroluyorum.
Uyurken onu izliyorum, bakıyorum uzun uzun. Gözyaşlarım akıp gidiyor. O minik elleri mor mor olmuş, gözleri şiş ve yorgun. 5 yıl gözümüm önünden geçiyor. Bebekliği, yaşadıklarımız, kokusu, şakaları, dans edişi. O ateş gibi hareketli oğlum şimdi elini kaldıramıyor. Onun sesini duymadan, şakaları olmadan, kokusunu almadan nasıl yaşanır ki?bu soruyu yaşadığım müddetçe bir daha sormak istemiyorum.   
Allahım tüm çocukları annelerine bağışlasın. Ve biz anneleri çocuklarımızla imtihan etmesin….

-->

Hiç yorum yok